Berna Özdermirkan - Mayıs Haziran 2016
Yaptığım iş gereği 15 yıldır pek çok şirketin mutfağına girme fırsatım oldu. Bu sayede oldukça fazla gözlem yapabildim. Büyük şirketler, küçük şirketler, aile şirketleri, patron şirketleri, uluslararası şirketler… Bugün size büyük olarak nitelenen bazı şirketlerden bahsetmek istiyorum.
Dışardan bakıldığında on numara algısı olan, veri tabanlarına her gün yüzlerce cv akan, çalışanların hayalini süsleyen bu şirketler içeri adım atıldığında çalışanlarının büyük hayal kırıklıkları yaşayabildiği şirketler olabiliyor. Özellikle üniversitelerden yeni mezun olmuş, ya da en fazla 5 yıl kıdeme sahip olanları bir düşünelim. Doğdukları andan itibaren el bebek, gül bebek yetiştirilirken daha ilk adımlarını atmak için sıraladıklarında büyük alkışlar aldılar. Okul hayatlarında akademik eğitimin yanı sıra, sanatsal ve sportif aktivitelerden en az ikisine düzenli olarak gittiler. En küçük fırsatlar bile onları motive etmek için değerlendirildi. Anaokulundan itibaren, her sene değişen sınıf öğretmenleri ve farklı branş öğretmenleri ile çalıştılar. Özgüveni yüksek bağlılığı düşük takdir ve teşekkürlerle büyümüş bir nesil doğdu. Onların fark edilmek ve sürekli takdir edilmek için çok da çaba sarf etmeleri gerekmedi; çünkü çocuk yetiştirme konusunda ebeveynler de yeni anlayışlar içindeydiler. İşte yeni pedagojik anlayışla yetiştirilen bu çocuklar en iyi üniversitelerden mezun olduktan sonra yüksek beklentiler hayal ederek işe girdiler. İşte hayalini kurdukları bu şirketlere pek bir hevesle girdikten sonra maalesef beklentilerinin karşılanmadığını görürler.
Peki, neden böyle oluyor? Çünkü bu şirketlerin marka değeri o kadar yüksek ki bu marka değeri sayesinde kişilerin gözünden başarılı bir İşveren Markası olmayı da herhangi bir çaba sarf etmeden rahatlıkla başarıyorlar. Hal böyle olunca da dışarıdan istedikleri profilde çalışanları çekmeyi kolaylıkla başarıyorlar. Tabi ne oluyor? “İçi beni dışı seni yakar” durumu ile karşı karşıya kalınıyor. Bu sefer de öyle bir firmada tahmin edemeyeceğiniz şekilde yüksek turnover’lar görmeye başlıyorsunuz. Özellikle kariyer ve ilerleme fırsatları beklentisi yüksek olan bu çalışanlar bırakın kariyeri daha pek çok sistem ya da sürecin bile tam olarak oturmamış olduğunu görebiliyorlar. Araştırma verilerine göz atacak olursak beyaz yakalı çalışanların birinci gelişim alanı kariyer ve bu konudan yaklaşık 15.000 beyaz yakalı çalışan içinde sadece %30’u memnun olduğunu belirtiyor. Üstelik bu konunun çalışan bağlılığına olan etkisi oldukça yüksek. Bu ne demek? Kariyer ve ilerleme fırsatları artık bir çalışan için motivasyonu arttırıcı bir faktör olmaktan çok hijyen bir faktör olarak algılanıyor ve çalışan bu olmazsa ben giderim diyebiliyor.
Sonuç olarak, hayal ettiği şirkette işe girdiği için kendini harika hisseden kişi çok değil birkaç ay içerisinde bu duygularını kaybediyor ve gittikçe yabancılaşıp kopma noktasına geliyor. Koptuktan yani ayrıldıktan sonra ise bu şirket bunu çok da dert etmeyebiliyor çünkü güçlü bir marka istediği yeni kişiyi de rahatlıkla çekebilmesini sağlıyor.
İşte bu rehavete kapılan şirketler yeni bir değer yaratmak yerine var olan değerlerinden yemeye devam ediyorlar. Sürdürülebilir mi? Tabi ki hayır! Yaratmazsanız, kesinlikle bir yerde tükenirsiniz. Şirketin de dışarıdaki İşveren Markası algısı git gide azalır. Eğer;
Şirket içerideki değerli insan kaynağını süreçlerle, sistemlerle, politikalarla uyum içinde akacak şekle getirmez ise,
Şirketin her bir yöneticisi şirketinin genel tarzında değil de kendi tarzında insan yönetmeye başlarsa,
Dışarıda güçlü bir işveren markası olması sebebiyle ortaya çıkan beklentiler içeride pek çok yönetici tarafından desteklenmez ise,
Ortaya çıkacak olan yüksek turnover karşısında şirket sürekli birilerini işe almak, eğitmek, yetiştirmek için kaynaklarını harcar durur. Boşa harcanan bu kaynaklar da aslında doğru hareket etmesini sağlayacak sistemleri ve süreçleri oturtması için gereken zamanı da tüketir. İşte bu kısır döngü içinde bir gün o çok güçlü bilinen şirket pazar ve sektör dinamikleri ile de gerilemeye başlar, maddi kaynağı ile birlikte marka gücünü de kaybeder ve artık geri dönüş çok zor bir hale gelir.
İşte bu yüzden şirketler eğer marka gücüne güç katmak istiyorsa öncelikler içeriden başlamalı. Çalışanına verdiği değer markaya vereceği değer olacaktır. Unutulmamalı ki değer vermek için yapılacak yatırımlar şirkete her zaman daha çok kazandıracaktır.